SAHİH-İ MÜSLİM

Bablar Konular Numaralar

iMAN BAHSİ

<< 53 >>

DEVAM: 21- iMAN EHLİNİN İMAN BAKIMINDAN BİRBİRLERİNDEN ÜSTÜN OLUŞLARI VE YEMENLİLERİN BU HUSUSTAKİ ÜSTÜNLÜKLERİ

 

92 - (53) وحدثنا إسحاق بن إبراهيم. أخبرنا عبدالله بن الحارث المخزومي، عن ابن جريج، قال: أخبرني أبو الزبير؛ أنه سمع جابر بن عبدالله يقول: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "غلظ القلوب، والجفاء، في المشرق. والإيمان في أهل الحجاز".

 

[:-191-:] Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dediki): Bize Ab­dullah b. el-Hâris el-Mahzumî, İbni Cüreyc'den naklen haber verdi. Demişki: Bana Ebu'z-Zübeyr  haber verdi. Kendisi Câbir b. Abdillâh'ı şöyle derken işitmiş: Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

 

"Kalp katılığı ve kabalık meşrikta, iman ise Hicaz ehli arasındadır. "

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 2839

 

A.DAVUDOĞLU AÇIKLAMASI İÇİN buraya tıklayın

 

NEVEVİ ŞERHİ  (179 - 191):  Baptaki Rivayetlerin Lafızları ve Anlamı

 

Bu bapta(ki ilk hadiste) "Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) eliyle Yemen' e doğru işaret etti. .. İman şu taraftadır ... buyurdu." Ondan sonraki rivayette: "Yemenliler geldi. .. Hikmet Yemenlidir." (182) bir diğer rivayette: "Size Yemenliler geldi. .. Hikmet Yemenlidir." Bir diğer rivayette (183): "Küfrün başı doğu tarafındadır ... Koyun sahiplerindedir." başka bir rivayette (184) de (2/30):

 

"İman Yemenlidir ... At ve deve sahipleri arasındadır." Başka bir rivayette (188) (2/31): "Yemenliler size geldi. Küfrün başı doğu tarafındadır." Diğer rivayette (191) ise: "Kalp katılığı. .. İman da Hicazlılardadır" buyurmuştur. Görüldüğü gibi bu hadisin rivayetinde farklı yerlerde ihtilaf bulunmaktadır. Kadı Iyaz (rahimehullah) bu ihtilafları bir araya getirmiş, ondan sonra ise Şeyh Ebu Amr İbnu's-Salah (rahimehullah) bunları muhtasar bir şekilde güzel bir süzgeçten geçirmiştir. Ben de onun söylediklerini aktaracağım. O şöyle diyor:

 

İmanın Yemenlilere nispet edilerek sözkonusu edilmesini ilim adamları zahiri anlamından ayırarak açıklamışlardır çünkü imanın başlangıç yeri Mekke sonra Medine'dir. -Yüce Allah her ikisini de korusun- (Kur'an ve sünnetteki) garip lafızlara dair eser yazanların imamı Ebu Ubeyd sonra da ondan sonra gelenler bu hususta değişik görüşler nakletmişlerdir:

 

1- O bununla Mekke'yi kastetmiştir çünkü Mekke'nin Tihame'den, Tihame'nin de Yemen topraklarından olduğu söylenir.

 

2- Maksat Mekke ve Medine' dir çünkü hadiste rivayet edildiğine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu sözlerini Tebuk'ta iken söylemiştir. Mekke ve Medine ise o zaman kendisi ile Yemen arasında bulunuyordu. Allah Resulü Yemen tarafına işaret ettiğinde Mekke ile Medine'yi kastederek: İman Yemenlidir buyurmuş ve böylelikle iki şehri o zaman Yemen tarafında bulundukları için Yemen' e nispet etmiştir. Nitekim Mekke' de bulunan Rükn-i Yemanı'ye böyle denilmesi de Yemen cihetinde oluşundan dolayıdır.

 

3- İnsanların çoğunlukla benimsediği ve Ebu Ubeyd tarafından en güzelleri kabul edilen görüş, bundan kastın Ensar olduklarıdır çünkü onlar asılları itibariyle Yemenlidirler. Böylelikle kendileri imanın Ensar'ı (yardımcıları) olduklarından dolayı iman onlara nispet edilmiştir.

Şeyh Ebu Amr (rahimehullah) dedi ki: Şayet Ebu Ubeyd ve onun yolunu izleyenler hadisin rivayet yollarını Müslim'in ve diğerlerinin yaptığı gibi lafızlarıyla bir araya getirme yolunu izlemiş ve bu yollar üzerinde iyice düşünmüş olsalardı sözünü ettikleri yorumlardan başka açıklamalara ulaşacaklar ve hadisin zahir anlamını bırakmazlar, Yemen ve Yemenliler lafızları ile mutlak olarak kullanıldıkları vakit ne anlaşılıyorsa onun kastedildiği neticesine varırlardı. (2/32) Çünkü hadisin lafızlarından birisinde: "Size Yemenliler geldi" denilirken, Ensar da bu hitabın muhatapları arasında idi. O halde gelenler onlardan başkalarıdır. Aynı şekilde Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Yemenliler geldi" buyruğunda da, geldiklerinden o zaman için söz edilenler Ensar'dan başkaları idi. Diğer taraftan Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onları imanlarının kamil olmasını gerektiren ifadelerle nitelendirmiş ve buna bağlı olarak imanın Yemenli olduğunu ifade buyurmuştur. İşte bu da Mekke ve Medine' den değil de Yemen halkından yanına gelenlerin imamlarına bir işaret idi. Sözün zahirine göre alınıp, gerçek olarak Yemenliler hakkında kabul edilmesinin önünde de bir engel yoktur çünkü herhangi bir niteliğe sahip olup, o niteliğin onunla varlığı güç kazanıp, o kişiden bu niteliğin görülmesi pekişecek olursa kendisi de onunla başkalarından ayırt edildiğini ve bu vasıftaki halinin kemalini hissettirmek için o şeye nispet edilir. İşte Yemenlilerin de o zamanda imandaki halleri ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in hayatında olsun, onun vefabnın hemen akabinde olsun oradan gelenlerin durumu hep bu idi. Uveys el-Karani ve Ebu Müslim el-Havlani -Allah ikisinden de razı olsun- ve kalbi teslim olup, imanı güçlü diğer benzerlerinde görüldüğü gibi. İşte bu sebepten dolayı iman onlara nispet edilerek imanlarının kemalini ifade etmek ve bununla birlikte başkalarında iman bulunmadığı anlamını vermemek suretiyle iman kendilerine nispet edilmiştir. O halde bu şekildeki lafız ile Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in, "iman Hicaz/ı/ar arasındadır" buyruğu arasında bir aykırılık yoktur.

 

Diğer taraftan bu ifadeden maksat o zaman için onlardan bulunanlardır.

 

Yoksa bütün zamanlarda bütün Yemen halkı kastedilmiş değildir çünkü lafız böyle bir şeyi gerektirmemektedir. İşte bu hususta hak olan budur, bizi hakka ilettiği için Allah'a şükrederiz. Allah en iyi bilendir.

 

(İbnu's-Salah) dedi ki: (Hadiste) sözkonusu edilen fıkıh ve hikmete gelince, fıkıh burada dinde anlayış sahibi olmaktan ibarettir ama daha sonraları fukaha ve fıkıh usulü alimleri fıkıhın özelolarak muayyen hükümlere istidlal yoluyla şer'i, ameli hükümleri idrak etmek olduğunu kabul etmişlerdir. Hikmete gelince, onunla ilgili birbiriyle çatışan değişik görüşler bulunmaktadır. Bu tanım sahiplerinin her biri yalnızca hikmetin bazı niteliklerini göz önünde bulundurmuştur. Bu tanımlar arasında bize göre en özlü tanım şudur: Hikmet şanı yüce ve mübarek Allah'ı bilip tanımayı kapsayan derin basireti, nefsin ahlaki bakımdan güzelleştirilmesini, hakkın hak bilinip, gereğince amel edilmesini, heva ve batıla uymaktan alıkonulmasını da beraberinde taşıyan hükümler ile nitelenen ilimden ibarettir. Hakım de bu vasıfta olan kişiye denilir. Ebu Bekr b. Bureyd dedi ki: Öğüt almanı sağlayan bir kötülükten seni alıkoyan, seni bir fazilete çağıran yahut çirkin bir işten seni alıkoyan her bir söz hikmettir, hikmetlerdir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Şüphesiz şiirin bir kısmı hikmettir" buyruğu da, bu anlamdadır. Bazı rivayetlerde ise (çoğul olarak) "hikmet/erdir" denilmiştir. Allah en iyi bilendir.

 

(Şeyh) İbnu's-Salah dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Kalpleri en yumuşak, yürekleri en yufka" buyruğuna gelince, meşhur olan fuad (yürek) in kalbin kendisi olduğudur. (2/33) Buna göre Allah Raslilü kalbi iki ayrı lafızIa tekrarlamış olur. Böyle bir ifade ise aynı lafzın tekrarından daha uygundur. Fuad (yüreklin kalpten farklı olduğu, kalbin bizzat kendisi olduğu, kalbin içi olduğu, kalbin zarı olduğu da söylenmiştir.

 

Kalplerinin yumuşak ve yufka olmakla, zayıf olmakla nitelendirilmesinin anlamına gelince, kalplerinde haşyet ve daveti hızlıca kabul etmeye hazır bir itaat vardır. O kalpleri başkalarının kalplerini nitelendirdiği sertlik, kabalık ve katılıktan uzak, öğüdün etkileri ile etkilenmeye hazır kalplerdir.

 

... lafzında Ebu Amr eş-Şeybani, dal harfinin şeddesiz olup, tekili olan "feddad"ın şeddeli dal ile olduğunu ileri sürmüştür. Çift sürmekte kullanılan inekler demektir. Bu açıklamayı ondan, Ebu Ubeyd nakletmiş ancak bu açıklamasını kabul etmemiştir. Buna göre maksat onların sahipleridir, muzaf hazfedilmiş durumdadır. Doğrusu bu kelimenin dal harfinin "feddad"ın çoğulu olarak şeddeli okunacağıdır. Hadis ehlinin el-Esmai'nin ve dilcilerin çoğunluğunun görüşü budur. Bu kelime yüksek ses demek olan "el-fedid"den gelmektedir. Bunlar ise develerini, atlarını, çiftlerini sürerken ve benzeri hallerde seslerini yükselten, bağrışıp çağrışan kimseler demektir. Ebu Ubeyde Ma'mer b. el-Müsenna dedi ki: Bunlar her birileri iki yüz ila bin arası deveye sahip olan çok sayıda deve sahibi kimseler demektir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in "Şüphesiz katılık develerin kuyrukları dibinde bağrışıp çağrışan kimselerdedir" buyruğunun anlamı ise, bunları sürerken yüksek sesle bağırıp çağıran, gürültü çıkartan kimselerdir, demektir.

 

Allah Raslilünün (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Şey tan ın boynuzlarının çıktığı yerde Rabia ve Mudar'da" buyruğu da "Rabia ve Mudar" isimleri "bağrışıp çağıranıar" dan bedeldir. Şeytanın boynuzları ise başının iki yanıdır. İnsanları saptırmak için kışkırttığı iki grubu olduğu söylendiği gibi, kafirlerden taraftarları olan iki grubu diye de açıklanmıştır. Bundan kas ıt ise şeytanın tasallutunun ve küfrün özellikle doğu tarafında daha fazla olduğudur. Nitekim başka bir hadiste: "Küfrün başı doğu tarafındadır" buyurmuştur. Bu ise o hayatta iken bu sözü söylediği zaman ile ilgilidir. Bir de Deccal'in doğudan çıkacağı zaman da böyle olacaktır. Doğu ayrıca bu iki vakit arasında pek büyük fitneleri n menşei, çetin güç sahibi, azgın, kaba kuwet kullanan kafir Moğolların da harekete geçtikleri yerdir.

 

 Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Öğünmek ve büyüklenmek" buyruğuna gelince, öğünmek (el-fahr) iftihar etmek, tazim kastı ile anlı şan lı eski durumları sayıp dökmek demektir.

 

Büyüklenmek (huyela) de kibir ve insanları küçük görmektir.

 

'At ve deve sahipleri bağırıp, çağrışan bedeviler arasındadır" buyruğuna gelince, vebar (tüy) her ne kadar atlarda değil sadece develerde ise de onların atlara, develere ve vebar (denilen deve tüyünden yapılmış bedevi çadırlarına) birlikte sahip olmakla nitelendirmiş olmasına da engel değildir.

 

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selIem)'in: "Vakar da koyun sahipleri arasındadır" buyruğuna gelince, vakar (sekinet) rahat, huzur ve sükun demektir. Bu ise bağrışıp çağrışanların nitelikleri ile ilgili söylediklerinden farklıdır.

 

İşte bunlar Şeyh Ebu Amr (İbnu's-Salah rahimehullah)'ın açıklamalarıdır. Bu açıklamalar da yeterli olduğundan ötürü bunlara bir şeyler ekleyerek uzatmak istemiyoruz. Allah en iyi bilendir.

Bu Baptaki Senetler

 

(179) Müslim (rahimehullah) dedi (1134) ki: "Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti, İbn Mesud'dan ... " Bu senette geçen ravilerin hepsi Yahya b. Habib ile Mutemir dışında Kufelidirler. İkisi ise Basralıdırlar.

 

İbn Ebu Şeybe'nin adının Abdullah b. Muhammed b. İbrahim b. Ebu Şeybe olduğu, Ebu Usame'nin ise Hammad b. Usame'nin kendisi olduğu, İbn Numeyr'in, Muhammed b. Abdullah b. Numeyr olduğu, Ebu Kureyb'in, Muhammed b. el-Ala, İbn İdris'in Abdullah, Ebu Halid'in Hürmüz olduğu geçmiş bulunmaktadır. Adının Sa' d ve Kt;sir olduğu da söylenmiştir. Ebu Mesud'un adı ise Ukbe b. Amr el-Ensari el-Bedri (r.anhum)'dur.

 

(186) Diğer isnatta ise "ed-Darimı" geçmektedir ki kitabın mukaddimesinde onun Darim adındaki kabilenin büyük atasına nispet edildiğine dair açıklama geçmişti. Yine o senette geçen Ebu Yeman'ın adı Hakem b. Nafi'dir.

 

Ondan sonraki (188) hadisin senedinde geçen Ebu Muaviye'nin adı ise Muhammed b. Hilzim -noktalı hı ile-'dir. A'meş, Süleyman b. Mihran'dır. Ebu Salih, Zekvan'dır. İbn Cureye, Abdulmelik b. Abdulaziz b. Cureye'dir. Ebu'zZubeyr, Muhammed b. Müslim b. Tedrus'dur.

BÜİ\in bunlar her ne kadar açıkça bilinen ve daha önce de geçen hususlar ise de bunları tekrar edip, hatırlatıp, açıklamak istemem bu babı inceleyen bir kimse eğer bazılarının biyografisini mutalaa etmek, durumunu öğrenmek ya da başka bir maksada ulaşmak için ismini öğrenmek isterse kısa ifadelerle onun yolunu ben de kısaltmak istedim. Allah doğruyu en iyi bilendir.